Rahmetli de menfaatçi itin tekiydi
Sosyoloji ilmi bize şunu öğretmiştir ki toplumlun temel dinamiklerini düzenleyen ve ahlaki telakkisini dizayn eden değişkenlerin başında iktisadi refah düzeyi gelir. Buna bağlı olarak kitlenin muhayyilesinde tezahür eden ekonomik beklentilere bağlı gelecek kaygısı toplumsal ahlaki normları saptar ve birey bu normlar muvacehesinde hareket eder. İçtimai hayatta bir ferdin en basit eyleminin bile kalıplaşmış bir ahlaki normu yansıttığını göz önünde bulundurduğumuzda, bunun uzun süren bir vetire neticesinde ortaya çıktığı hakikatini kabul ettiğimizde hali hazırdaki ahlak algımızın tarihsel bir tahlilini yapma zorunluluğu karşımıza çıkar.
Bu çeşit bir tahlil yapma gerekliliği her şeyden önce toplumdaki ferdi ilişkilerin muhteviyatından ve biçiminden rahatsız olmanın bir sonucudur ve nezaket, onur, duyarlılık ve naiflik gibi beşeriyetin ve medeniyetin tabii bir neticesi olan, terakki için mühim kabul edilen hasletlere olan hasretin bir beyanıdır. Belki de memleketimizde mevcut bulunan, mustarip olduğumuz bu yoksunluk, toplumsal tarihimize yapılacak kısa bir sondaj ile daha kolay idrak edilebilecektir.
Dedelerimiz ve dedelerimizin dedeleri Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve cumhuriyetin ilk yıllarında acımasız savaşlarla, kıtlık ve açlıkla geçen bir çağa maruz kaldılar. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ile başlayan Büyük Taarruz ile nihayete eren savaşlar silsilesi içtimai hayatta telafisi güç sonuçlar doğurdu. İki üç nesil savaşların ve açlığın verdiği bu belirsizlik duygusu ve gelecek endişesi altında ezildi.
Bundan 80-100 yıl önce yaşayan atalarımızın tek kaygıları aile efradının karnını doyurabilmek ve onlara güvenli bir ortam sağlayabilmekti. Bir sonraki nesil ise çocukları için “bir işi olsun, ayakları üzerinde durabilsin” temennisinde bulunuyorlardı. Daha sonraki neslin çocukları için arzusu, iyi bir eğitim, başını sokabilecek bir ev, kendisini refaha erdirecek bir işten ibaretti.
Yüz yıldır çocuklar buna göre yetiştirildi. Akşamları evlerde bu emeller uğruna çocuklara nasihatler verildi, psikolojileri buna göre manipüle edildi. Bir dövüş hayvanı yetiştirmek kabilinden rekabet duygusu aşılandı, diğerleri ile kıyaslandı, güçlü olması istendi. Bununla da yetinilmedi. Bir şekilde başarılı olmuş insanlar takip edildi ve büyük şehirlere kitlesel göçler yaşandı.
Söz gelimi bir köyden birisi büyük şehirde bir fırın açtı ve başarılı oldu ise bütün köy halkı onu takip edip fırıncı oldu. Devlet kapısına girip garanti bir maaşa kavuşanlar ise hısım akrabalarını da aynı konuma getirmeye uğraştı. Geceleyin, önceleri gaz lambalarının ışıkları sonraları floresanların ışıkları altında köy odalarında, gecekondu mahallelerinde, lüks apartmanlarda çocuklar babalarından emellerine ulaşmak adına ne yapmaları gerektiğini öğrendiler.
Geçen bunca yıl boyunca her birey kendisine koyulan hedeflere ulaşmak için, sabretmeyi, ayak kaydırmayı, amirleri ile iyi geçinmeyi, dost gözüküp arkadan vurmayı, dalkavukluğu, ihaneti, iftirayı çok iyi bir biçimde öğrendi. Temayüz etmek adına, refaha kavuşmak adına ve kişisel ikbal adına en mühim haslet olan hırs diğer bütün duyguların önünde yer aldı. Her nesle doğulu toplumlara has tekmil kurnazlık filleri öğretilirken; bir yandan da kadim çağlardan bahsedilircesine eski güzel günlerden, ihtişamlı ve cihanşümul devletimizden, ahlakın en güzelinden bahsedilip; nezaket, duyarlılık ve vefa sanki eski bir hikâyede yer alan unutulmuş ve ulaşılmaz bir duygularmışçasına onurlandırıldı. Neticede tezahür eden vaziyet sözle fiil arasında oluşan derin bir uçurum oldu. En temel ferdi ilişkilerde dahi rekabet güdüsünden doğan muhataba zarar verme ve alaşağı erme kültürü içtimai hayatın nizamı haline geldi. İşte bu nizam içerisinde toplumsal kabul görmek adına mevcut ahlaki ağa intisap etmeyen insanlar zayıf, saf, budala olarak nitelendirilir hale geldi.
Bugün toplumun bizden beklediği ahlaki normlar ve bu normlardan zuhur eden “beklenen eylemler” var. Mesela “çok çalışmak” toplum tarafından size yüklenmiş bir görevdir. Anaysa dahi çalışmayı bir ödev olarak tanımlar. Mal biriktirmeyi ve kendinden doğanlara daha müreffeh bir yaşam sağlamayı amaçlayan ve bunun için günde, örneğin 16 saat, çalışan bir insan toplum nezdinde muteber bir mevkie yerleşir. Fakat zamanının çoğunu kişisel eğlencesine ayıran bir kişi muhtelif aşağılama sözcükleri ile tenkit edilir. Eğlenen, kendisine vakit ayıran, kendi mutluluğu peşinde koşan insanlara karşı zımni bir öfke vardır. Bunun sebebi mevzubahis gelecek kaygısı ve maddi olarak güvende hissetme güdüsünden kaynaklı yetiştirilme tarzıdır.
Bir zamanlar Yabani Norveç Fareleri ile ilgili bir yazı okumuştum. Bu farelerin kapanla yakalanması ve zehirlenmesi oldukça zor bir eylemmiş. Bunun sebebi farelerin asırlar boyunca insanlarla birlikte şehirlerde yaşaması neticesinde tuzaklara temkinli yaklaşmayı öğrenmeleri imiş. Geçen uzun zamanda fareler kolayca elde edilebilen yemlere karşı güvensizlikle yaklaşmayı öğrenmeyi becerebilmişler. Bilim adamları tarafından insanların kurdukları tuzaklara düşen fareler incelendiğinde ise bunların farelerin en aşağılıkları, diğer fareler tarafından tecrit edilen fareler oldukları ortaya çıkmış.
Fare toplumu içerisinde tutunamayan aşağılık fareler insanların kendilerine kurduğu tuzaklara onursuzlara has bir tamahkârlıkla yakalanıyorlarmış. Farelerin şahsiyet sahibi olanları ise rızıklarını insanlardan nispeten daha uzakta olan lağımlarda ve pis mecralarda arıyorlarmış.
Bu yazıdan insanlık ve medeniyet hakkında, okuduğum diğer birçok kitaptan daha fazla şey öğrenmiştim. Sosyal ortama intibak etmek veya belirli menfaatler sağlamak adına, belki daha iyi şartlarda yaşamak, umumi efkâr tarafından arzulananı elde etmek adına aşağılık fareler gibi bir hale bürünmek...
İş hayatının ya da içtimai hayatın bize sunduğu ikbal, şan, lüks, para ya da itibar gibi mefhumları acaba aşağılık farelerin afiyetle kemirdiği peynir parçaları ile bir tutabilir miyiz?
Neticede sorulması gereken soru şu: Bu kazanımları elde etmiş bireylere gıpta ile baktığımızda ve dahi bunları taklit için hırsla çabaladığımızda acaba bu bizi lağımda yaşayan şahsiyet sahibi bir fareden daha aşağılık kılmaz mı?