Eser hakkındaki fikirlerime değinmeden evvel şunu belirtmek isterim. Bir kere Peyami Safa'nın romanlarına öyle herhangi bir roman gibi yaklaşılmaması gereğidir. Çünkü olay kurgusundan ziyade ruh tahlillerini, karakter çözümlemelerini ön plana çıkarır yazar. Bu kitabı üçüncü kez okuyan biri olarak da çok rahat söyleyebilirim ki; her okuyuşunuzda farklı şeyler bulmanız ve farkındalığınızın artması mümkün.
Kitapta olay kurgusu utanç verici bir şüpheyle başlıyor. Ve yazar bu şüpheyi öyle bir uyandırıyor ki, okurken bu uygunsuz yakıştırmaya rağmen 'acaba?' diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz.
Kitapta çok da ön plana çıkmayan Besim karakteri, midesine düşkünlüğü ve dünya yansa umursamaz tavırlarıyla, rahatlığıyla karşımıza çıkıyor. Ablası Mefharet ise tam tersi evhamlı, paranoya bir tip. Asıl ön plana çıkan karakter olan Samim ise var olmasını düşlediği bir dünyayı, Simeranya'yı tarif ediyor bizlere. Simerenya'nın tarif edildiği o satırlarda, öyle bir dünyanın özlemini çekiyorsunuz.
P. Safa, Samim'in fikriyatları aracılığıyla, büyük bir merakla, psikoloji dünyasının kapılarını aralyor. Samin'in diyaloglarında, kendiyle kalıp olan bitenleri kafasında tahlil edişinde öyle çok şey buluyorsunuz ki.. Keşke böyle bir arkadaşım olsaydı da saatlerce dertleşseydim bile diyorsunuz. Ve kıvrak zekasına, şüphelerinden yola çıkarak olayları bir çorap söküğü gibi getirişine, hakikate varışına hayran kalıyorsunuz Samin'in. Sevdiği kadını içinde olduğu çukurdan çıkarmak için, belki onu kaybetmekten çok onun kendini kaybetmemesi için bir adam nasıl çırpınır bunu da gösteriyor Samim. Meral; sevdiği kız, tam bir Paris hayranı. Samim'i gözünün içine baka baka aldatan, yalan makinası, saman çöpü gibi savrulan bir kız.
Kitapta en ilgimi çeken şeylerden biri Samim'in; insanın iki benliğinden ve buna bağlı mündemiç olan varlaşma ve yoklaşma hamlesinden bahsettiği satırlar oldu. Gerçekten müthiş tahliller. Diğer bir ilgimi çeken husus da şu ki; her karakter aslında kendi muhasebesini yapıyor kendiyle bir başına kaldığında. Hatta kendinden tiksinecek kadar samimi oluyor kendine yaptığı bu itiraflarda.
Kitabın ismi neden 'Yalnızız' bunu sonlara doğru daha iyi anlıyorsunuz. ''Büyük kalabalıkların ortasında insan denilen sosyal mahluk, kendi iç dünyasının mahbusu halinde, şifasız bir yalnızlığa mahkum. Yalnızım, evet herkes yalnızdır, yalnızız. Bütün ihtilaflarımızda yalnızlıklarımız çarpışıyor. Hatta kendi kendimizle mücadelelerimizde bile kendilerimiz -çünkü bak. ''kendi'' var içimizde- birbirine karşı yalnızdır.''
Ve altını çizeceğiniz daha pek çok satır...
Yalnızlıktan kurtuluşun yegane yolunun; yönümüzü maddeden manaya çevirmekte, Allah'a yönelmekte olduğunu söylüyor Safa.
''Bırak şu maddeyi, boğ şu ölçü dehanı, dal kendi içine, koş kendi kendinin peşinden, bul onu, bul kendini, bul ruhunu, kendi içinde gör Allah'ını. Kendine dön, kendine bak, kendine gel...'' tavsiyeleriyle bitiriyor kitabını yazar.